Dizi dünyasının en önemli işlerinden olan Game of Thrones’un finalinden sonra, House of The Dragon adında bir spin-off dizi çıkacağı duyurulmuştu. Tıpkı Game of Thrones gibi George R.R Martin’in eserinden uyarlanan ve heyecanla beklenen dizi 21 Ağustos’ta ilk bölümüyle izleyiciyle buluştu. 10 bölüm süren ilk sezon, The Black Queen adlı final bölümüyle geçen hafta sonlandı. Dizi aynı dönemde yayınlanan The Rings of Power’dan çok daha fazla beğenildi ve şu an IMDb’de 8,6 puanda bulunuyor.

Dizinin Konusu
House of The Dragon, Game of Thrones’ta yaşananlardan yaklaşık 200 yıl kadar önce başlıyor. O yıllarda Westeros’un ve ünlü “Iron Throne”un sahibi Targaryen hanesi. Tahtta ise Viserys Targaryen oturmakta. Kralın Rhaenyra adında bir kızı var ancak varisi olması için defalarca erkek çocuk yapmayı deniyor. Eşinin son hamileliğinde çocuğu kurtarmak için eşini feda etse de, çocuk da hayatını kaybediyor ve Viserys varisi olarak kızı Rhaenyra’yı seçiyor.

Eşini kaybeden Viserys, Rhaenyra’nın en yakın arkadaşı ve Kralın Eli’nin kızı olan Alicent Hightower ile evleniyor. Her şeyin başlangıcı da bu evlilik oluyor. En yakın arkadaş olan Alicent ve Rhaenyra’nın arası açılıyor ve aralarında bir rekabet başlıyor. İkisinin de evlatları oldukça ilerde tahta kimin geçeceği konusunda çekişmeler başlıyor. Hanenin ve Westeros’un geleceği için oldukça önemli olan bu olay, dizinin de ana konusunu oluşturuyor.

Game of Thrones dizi tarihinin en popüler işlerinden biriydi ancak final sezonu ve özellikle final bölümü hayranları ne yazık ki tatmin edemedi. Çoğu kişinin tepkisini çeken bu finalden sonra House of The Dragon için beklentiler de düşmüştü. Ancak HBO Game of Thrones’un ilk sezonlardaki kalitesini bu diziye taşımayı başarmış. Konunun işlenişinden görselliğe, oyunculuklardan müziklere kadar her şey çok iyi. Daemon Targaryen rolünde Matt Smith harika iş çıkarırken, Kral Viserys’i canlandıran Paddy Considine de özellikle son bölümlerdeki oyunculuğuyla ödüllere göz kırptı. Rhaenyra ve Alicent’ı canlandıran oyuncular Milly Alcock, Emma D’Arcy, Emily Carey ve Olivia Cook da rollerini başarılı şekilde canlandırmışlardı.

Benim ilk sezonda biraz takıldığım konu bölümler arasında çok fazla zaman atlamasının yaşanması oldu. Bazı oyunculara alışmışken, onların yerine yaşca daha büyük hallerinin gelmesi biraz yeniden başlama hissi verdi. Karakterlerle bağ kurabilecek miyim diye tereddüt etmiştim ancak daha sonra o oyunculara da alıştım ve benimsedim.

Targaryen denince akla ilk olarak ejderhalar geliyor. Bu dizide de birçok ejderha gördük. Ancak önümüzdeki sezonlarda işler kızışacağı için onların rolü daha büyük olacak. Yeşiller ve siyahlar arasındaki bu savaşta ejderhaların caydırıcı gücü büyük önem taşıyacak. Aemond’un en büyük ejderhalardan biri olan Vhagar’a sahip olması onların tarafı için büyük bir avantaj sağlıyor. Rhaenyra’nın tarafı ise Arrax’ı kaybetti bile. Ancak sayı olarak Alicent’ın tarafından üstünler.

Hani introsunu geçemediğiniz diziler vardır ya, işte House of The Dragon da bunlardan bir tanesi. Game of Thrones’un harika tema müziğinin değiştirilmeden bu dizide de kullanılması bence harika bir tercih olmuş. Ramin Djawadi’nin bestelediği bu melodi etkileyiciliğini asla kaybetmiyor.

Sezon ilk bölümden itibaren gittikçe artan bir gerilim ve tempoyla devam etti. Finalde ise özellikle Aemond’un Lucerys’i öldürdüğü sahne oldukça etkileyiciydi. Aslına bakarsak eylemi yapan Aemond’un ejderhası Vhagar’dı ancak o da havada Lucerys’i takip ederek buna sebep oldu. Bu olaydan sonra işlerin çok daha kızışacağı malum. Yeni sezona çok uzun bir süre olsa da House of The Dragon o zamana kadar merakla beklenmeyi hak edecek kadar iyi bir dizi olmuş.
